25 Şubat 2010 Perşembe

adalet bakanının bağımsız yargı anlayışı üzerine...

işte akp hükümetinin adalet ve yargı anlayışı, işte akp'nin gerçek yüzü...

haberin tamamına buradan ulaşabilirsiniz...

ben hep maskenin altındaki gerçek yüzleri olarak düşünmüştüm bunu...

dilin altındaki bakla arkadaşlar arasında yakın çevre için kullanılan bir deyiş...şapka düştü kel göründü ise bir ayıbın ortaya çıkması gibi bir durum...maskenin altındaki gerçek yüzlerini ortaya koyuyorlar dersek daha doğru olur, sanırım...

çünkü maske olarak takılan demokrasi, özgürlük, barış, halkın seçimi vb.sözleridir...

oysa bunun en başından beri böyle olmadığını; söylenen sözlerin iktidarı ve gücü ele geçirebilmek için takılmış bir maske olduğunu biliyorduk... ben bugüne kadar akp yöneticilerinin hiçbirinin sözlerinde ve tavırlarında o samimiyeti göremedim...

tıpkı başbakanın yazılı metinlerinde devlet adamı ağzıyla konuşup sokakta ya da akıldan konuştuğunda kasımpaşa ağzıyla konuşması gibi...

tıpkı duygu adamı görünümündeki başbakan yardımcısının meclis başkanının odasını basıp ağzına geleni söylemesi gibi...

analar ağlamasın deyip ananı da al git demeleri gibi...

demokrasi-özgürlük deyip medyaya yazmayın-bunları okumayın demeleri gibi...

bugüne kadar siz fişlediniz şimdi biz sizi fişleyeceğiz demeleri gibi...

ve en önemlisi en başından beri, laik düzene, atatürke, cumhuriyete, avrupa birliğine, demokrasiye ilk günden beri karşı olduklarını söylediklerini unutup iktidara geleceklerini anladıkları anda biz artık o defterleri kapattık dediklerinde samimi olmadıkları gibi...

şeyhlerinin şıhlarının dizinin dibinde oturup el etek öpenler bugün hergün televizyonda 1000 kere de biz laikiz, demokratiğiz, özgürlükçüyüz deseler de samimi olamazlar...

maskenin arkasındaki gerçek yüzlerini ara sıra farkına varmadan göstermeye devam edeceklerdir...

yalnız yandaş ve tetikçi medya tarafından gözü boyanan halk kitlesi bu gerçeği ne zaman görecektir meçhul...

24 Şubat 2010 Çarşamba

balyoz ve darbe üstüne...

bu kadar delil dediğiniz şeyler ne kadar inandırıcı...

koca ordu 2003 yılında darbe yapmaya kalkışıyor, 2010'da ortada hala bir darbe yok, neredeyse bütün adı geçen adamlar emekli olmuş siz bunun bir darbe olduğuna inanmamızı mı istiyorsunuz...

delil dediğiniz şeyler de gizli bir tanık, meçhul bir günlük ve sağda solda gömülü birkaç silah (elinin altında 500bin silahlı asker varken neden silah gömer bu generaller?)...

şöyle birşey, ben bir günlük yazıyorum: "demir bana ahmeti öldüreceğini söyledi..." sonra gizli bir tanık çıkıyor, "demir'in gözleri yerinden çıkacak gibiydi, ahmeti sanki bir kaşık suda boğabilirdi..." bir de senin evde bir bıçak bulunuyor, yatağın altında...sonra bir ses kaydı "ulan bu ahmet çok şöyle böyle bir adam..." dediğin...ve bu delillere dayanarak senin cinayet suçuyla müebbet hapse mahkum edilmen gerekiyor...

bu mudur adalet? bu mudur inandırıcı deliller...

kaldı ki bütün bu delilleri sunan adamların hepsinin seninle problemi var, senden bir kuyruk acıları var...intikam almak istiyorlar...

bana bunlar delilden çok düzmece gibi geliyor...hele hele söyleyenler bu kadar samimiyetsizken...

gerçek yüzlerini dün gördük manşetlerde..."kim kimi fişliyor, kimin kanı bozuk" laflarıyla ortaya çıktılar...

onların demokrasileri, adaletleri sadece kendilerine yontuyor...

19 Şubat 2010 Cuma

yök canım! daha neler...

haberin tamamı burada...

işte türkiyenin sorunlarını çözen bürokrasi...işte akp'nin istediği devlet yapılanması ve çalışma biçimi...görüyor musunuz, 2 yıldır canla başla türkiyenin problemini çözmeye çalışıyorlar...sabah akşam bunu düşünüyorlar zaten..."3'le çarpalım...sonra 7'ye bölelim...2 ekleylim...6 çıkartalım...çıkan rakamın karesini alıp kotanjantını bulalım...x sonsuza giderken ortaöğretim puanı katsayısının limiti o zaman belki istediğimiz gibi çıkar...EVVET!" aferin, devam edin beyler-bayanlar... bu ülkede yüksek öğrenimin, ilk ve orta öğrenimin tek derdi katsayı zaten...80 kişilik sınıflar, asistanı ya da profesörü olmayan üniversiteler, 1950'den kalma mikroskoplar, yurt bulamayan üniversiteliler, diplomalı işsizler Turks and Caicos Adalarında...

4 Şubat 2010 Perşembe

türban meselesi yine alevleniyor...

nuray mert'in yazısı...

darbe mevzusu kapanıyor anlaşılan...çünkü sayın başbakan gördü ki 2003 ten beri 20'ye yakın (!) darbe (!?) atlatan mazlum! akp hükümeti söylemi artık geri tepmeye başlıyor; biraz da türbandan yüklenelim diyorlar...neyse, konu bu değil...nuray hanım'ın haklı olduğu noktalar var...bir insanın giyimi nedeniyle bir yere alınmaması gerçekten yaralayıcı olabilir... (mesela, mayoyla cumhurbaşkanlığındaki davete katılmak istesem, nasıl olur?) ancak ben ordunun bu uygulamasının sadece türban için geçerli olduğunu sanmıyorum...çok iyi hatırlıyorum, yedek subay olan arkadaşımla orduevinde bir davete katılmak için "keçi" sakalımı kesmek zorunda kalmıştım...ve bir ara, "kot pantolonla gelirseniz içeri alınmazsınız" diyorlardı, yanılmıyorsam...demek istediğim, bu emine hanıma yapılan bir hareket değil, kaldı ki başörtüsüyle (sadece bağlama şeklini değiştiriyorsunuz) içeri girebilirdi... bu da bence sorulması gereken bir soru: eğer sadece bağlama şekli bu problemi çözebilecekse neden "mağdur olduğunu söyleyen insanlar" kendi bağlama şeklinde bu kadar diretiyorlar? mevzu yine başbakana uzanıyor..."velev ki semboldür"... benim düşüncem; türban çarşafın modaya-dönemine uydurulmuş halidir...ve sadece "belli bir düşünce"nin sembolü olduğundan takılmaktadır, inanç nedeniyle değil...inanç saçların, vücudun örtülmesini söylüyor...başörtüsünü alttan bağlayınca da saçlar gerektiği gibi kapatılmaktadır...o zaman, sorun ne? sorun, yine akp mazlum, yine başbakan mağdur, yine halkım bana sahip çıksın, oylarını bana versin politikasıdır... sorun, inancın ve inanan insanların bu oyunlara alet edilmesidir... sorun, her yerde ve her zaman benim borum ötecek düşüncesiyle devletin idare edilebileceğini, "demokrasi-demokrasi" dedikçe de demokrat olunacağını sanmaktır..."yasakları kaldırmak demokrasi getirmez, anarşi getirir!" demokrasilerde, yasaları ve yasakları doğru düzenlemek gerekir...ordunun kendi içinde böyle bir kıyafet yönetmeliği yapma hakkı var mı, bunu konuşalım...bakın, fransa çarşafı tartışıyor..."çarşaf giymek insanların demokratik hakkıdır", diyebilir misiniz? peki çıplak gezmek de insanların demokratik hakkı mıdır? ya da afrika kabilesi gibi sadece "küçük bey"in kafasına bir külah takıp sokağa çıkmak? yani mesele öyle "inanç meselesi" ya da "kıyafet seçimi" falan değil...türkiye'de hakim zihniyetin değiştirilmesi kavgasında açılmış cephelerden biridir, türban...ve altı kaval üstü şişhane giyinen genç kızları gördükçe büyük çoğunluğun da sadece zorunluluktan, aile-çevre baskısı nedeniyle "türban" kullandığına daha fazla ikna olmaktayım...